Obezitenin Psikolojik Boyutu

2022-07-27

OBEZİTE

Obezite günümüzde hızla yayılan kronik bir hastalık olarak toplumun en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Ortaya çıkış sebebi basit bir denkleme dayanmaktadır. Besinlerden alınan enerjinin, vücudun ihtiyacı olan ve harcadığı enerjiden fazla olduğu durumlarda vücutta aşırı yağ
birikimiyle karakterize edilmektedir.  Özellikle gelişmekte olan ülkelerde hızla artmakta olan  obezite, Dünya Sağlık Örgütü 2018-2019 verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri’nde %30,6, İngiltere’de %23, Yunanistan’da %21,9, Güney Afrika’da %24,5 oranında, Türkiye’de ise %36 olarak görülmektedir. Böylece Türkiye, toplumda obezite oranı ile Avrupa birincisi konumuna gelmiştir. Dünyadaki hızlı sanayileşmeden insanların yaşam kaliteleri ve besin seçimleri  etkilenmiştir. İnsanlar artık kolay, hızlı ve lezzetli besinleri tercih etmektedir. Hem zamandan hem
paradan tasarruf ederken, lezzetli ve bir o kadar da kalorisi yüksek besinlerin tercih edilmesi, fazla kalori alınması ve dengesiz beslenmenin açıkça nedenidir. Obezitenin temelinde hatalı beslenme uygulamaları yatmaktadır. Bu hatalı beslenme uygulamalarına, alkol tüketim sıklığı ve miktarı, şekerli içeceklerin sıkça tüketimi, porsiyon büyüklükleri örnek verilebilir (Ağagündüz 2018).
Obezite hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Bununla birlikte obezite; diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları, uyku apnesi, eklem ağrıları ve bazı kanser türlerinin görülme riskinin artmasına sebep olmaktadır. Yapılan son çalışmalar, obezitenin fiziksel etkilerinin yanında psikolojik sonuçlarının da olduğunun altını göstermektedir. Obez hastalarda, majör depresif bozukluk, anksiyete bozuklukları, gece yeme sendromu, tıkınırcasına yeme bozukluğu yaygınlığı dikkat çekmektedir. Ancak bahsedilen psikopatolojilerin varlığında obezitenin geliştiği ya da obezitenin sonucunda psikopatoloji geliştiği ilişkisi tam çözülememiştir. Literatürde obez hastaların yeme paterni irdelenmiş ve çoğunun duygusal yeme davranışı gösterdiği anlaşılmıştır. Duygusal yeme, kişinin olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldığında yaşadığı gerilimi azaltabilmek için açlık hissetmeksizin yemek yemesi şeklinde tanımlanabilir (Sevinçer 2013). Yeme davranışı gerçekleştirilirken duygular etkilidir. Diğer bir tanımlamayla duygusal yeme, olumsuz uyaranlara karşı geliştirilmiş aşırı besin tüketimidir. Bahsedilen olumsuz koşullar, kaygı, stres, üzüntü, korku gibi negatif içerikli durumlardır. Genellikle bireyler yüksek karbonhidrat ve yağ içeren gıdaları tercih ederler. Bu davranış obez bireylerde sıklıkla gözlenebildiği gibi, obez olmayan ya da yeme bozukluğu görülmeyen bireylerde de söz konusu olmaktadır. Duygusal yeme duygusal açlıktan kaynaklanmaktadır. Birey açlık ve tokluk hissini birbirinden ayıramadığı için stres, kaygı ve öfke gibi durumlarda bu duygulardan kaçmak için yemek yer. Burada, kişi bulduğu yiyecekleri tüketirken duygularının farkında değildir. Bu durumu engellemenin tek yolu ise farkında olarak yemeyi alışkanlık haline getirmektir. Bazıdurumlarda ailenin çocukluk döneminde yiyecekleri ödül olarak sunması, kişinin yiyeceklere karşı koşullanma geliştirmesine neden olmaktadır. Genellikle insanlarda olumsuz duygu durum iştahı negatif etkilemekte ve insanların iştahı bu dönemlerde azalmaktadır. Bir çalışmada depresif ve stres seviyesi yüksek olan bireylerin aşırı yağlı, baharatlı, karbonhidrat içeriği yüksek gıdaları tüketme eğilimi gösterdikleri, bu şekilde bireylerin kendilerini daha mutlu hissettikleri ifade edilmiştir (Wansink 2000). Stresin var olduğu koşullarda, stres hissinden uzaklaşabilmek adına yemek yemek vücudun dikkatini dağıtmak  ve kandırmak ile açıklanabilir. Yani dikkatin besinlere çekilmesiyle o anki olumsuz duygulardan uzaklaşmaya çalışmaktır. Duygusal yemeye yol açan bazı duygular, yorgunluk, mutluluk, suçluluk, öfke, hayal kırıklığı, depresyon, yalnızlık, üzüntü,yetersizlik, kıskançlık, kaygı, boşluk hissi ve korkudur. Anne babaların çocuk yetiştirirken isteyerek ya da istemeyerek çocuğun yeme davranışına etki ettiği gözlemlenmiştir. Çocuğun yiyeceği miktar ve yemeğin türü bakım veren tarafından belirlendiğinde, çocuk, yeme kontrolünü geliştirememektedir. Yeme kontrolünün gelişmemesinin sonucu olarak stres durumunda kişi duygusal yeme veya tıkınma şeklinde farkında olmaksızın yemek yiyebilir. Psikolojideki öğrenme kuramına göre, süt çocukluğu döneminde bebek her ağladığında meme veya biberon vermek çocuğun ileriki yaşantısında stres yaşadığı durumlarda doyum sağlamak için yemek yeme davranışı göstermesine neden olmaktadır. Bu bireyler yemek yemeyi avunma aracı olarak görürler. Böylelikle ağırlık kazanımı gelişir. Yemek yendiğinde hissedilen rahatlık sebebiyle yemek sevgi ile ilişkilendirilir.
İnsanın yemekten haz duymasını sağlayan beyindeki ödül yolu uyarıldığında dopamin salgılanmaya başlar. Dopamin sayesinde haz alma hissi gerçekleşir. Duygusal yemenin başlamasının sebebi dopamin hormonudur. Ödül yolu beynin hafızayı yöneten kısmı ile bağlantılı olduğu için siz kocaman bir dondurmayı yediğinizde hissettiğiniz hazzı kaydeder ve sizde tekrar dondurma yeme isteği uyandırarak o dopamin seviyesine ulaşmak ister. Ayrıca iştahı etkileyen leptin hormonu, beyaz yağ dokusundan sentezlenerek, kan beyin bariyerini geçerek hipotalamusta bulunan arkuat çekirdeğine etki eder, vücudun enerji balansının uzun süreli sağlanmasına ve iştahın azaltılmasına yardımcı olur (Klok 2007). Leptin hipotalamusa ulaştığı zaman gıda alımını azaltır ve enerji harcanmasını artırır. Leptin açlık-tokluk sinyallerinin beyine iletilmesinde görev almaktadır. Yapılan bir çalışmada obez sıçanlarda yüksek trigliserid seviyeleri leptinin kan- beyin bariyerini geçmesini engellediği için açlık tokluk sinyalinin yeterince  iletilemediğini göstermiştir (Klok MD2007). Bu yüzden obezite vücutta insülin direnci, leptin direnci, vasküler hasar, hipertansiyon, hiperkolesterolemi gibi komplikasyonlara neden olarak bilişsel fonksiyon üzerinde olumsuz etkilere neden olabilmektedir.

 

OBEZITENIN SOSYAL YÖNÜ

Dünyada güzellik algısı ince bir beden ile aynı anlama gelmektedir. Fit bir görüntü için uğraş veren insanlar, bedeni için uğraşmakta bedenlerine saygı göstermektedirler. Bu insanların sıfır beden olmak, erkekler için ise kaslı üçgen bir vücuda sahip olmaktır. Fazla kilolu olmak ise çoğu zaman toplumda olumsuz veya yargılayıcı bakış açısına  yol açabilmektedir. Obez bireyler ile yapılan çalışmalar bu bireylerde benlik saygısının düşük olduğunu göstermiştir (Hamurcu 2015). Kilolu insanların toplum tarafından kendine saygısı olmayan, tembel, hantal, aptal, kirli, uyuşuk gibi olumsuz sıfatlarla etiketlenmesi, bireylere önyargıyla yaklaşılması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Çocukluk döneminde akran zorbalığı ve ayrımcılığa maruz kalınması, düşük özsaygı ve depresif duygular yaşamayı kolaylaştırmaktadır. Kilolu insanlarda ‘zayıf görünme’ baskısı depresif duyguları beraberinde getirmekte ve bu durum obez kişilerde depresyon tanısını açıklamaktadır. Obezitenin varlığı depresyonu tetiklemekte iken, depresyon varlığı da obeziteyi tetiklemektedir. Depresif duygudurum bozuklukları ve önyargılar bireyleri toplumdan soyutlamakta, birey toplumdan uzaklaşırken,hareketsizlik ve yeme atakları bireyi kısır döngüye sokmaktadır. Yeme atakları obez olmayan bireylerde de  görülebilmektedir. Yeme atağı durumunda dürtüsel davranma etkindir ve abartılı miktarlarda yemek yerken kişi yeme kontrolünü sağlayamamakta, tıkınmaktadır. Dürtüsellik, ortama uygun olmayan veya aşırı riskli, yeterince planlanmamış ve genelde istenmeyen sonuçlara yol açan çeşitli davranışları kapsar. Dikkatsizlik, sabırsızlık, yenilik arama, risk alma, heyecan ve zevk arama, zarar görme ihtimalini düşük hesaplama ve dışa dönüklük gibi özelliklerle kendini gösterir. Yapılan çalışmalar normal kilodaki insanların dürtüselliği, obez insanların dürtüselliği ile karşılaştırıldığında, normal kilodaki insanların daha az dürtüsel davrandığı görülmüştür (Annagür,2008). Obez bireylerin hislerini daha yoğun yaşadığı ve daha hassas olduğu düşülmekte ve bu sebeple daha yoğun tepki gösterdikleri söylenmektedir. İnsanların tepkileri bulunulan ortamdan veya hissedilen stres seviyesinden etkilenmektedir. Stresli olmanın besin tüketimine etki ettiği düşünülmektedir. Yapılan bir çalışmada
stres anında insanların %20’si yeme alışkanlığını değiştirmemekte, %40’ı artırmakta, %50’si ise azaltmaktadır.
Stres durumunda kortizol hormonu salgılanmaktadır. Kortizol, insülin ile ters prensiple çalıştığı için kan şekerinin yükselmesi kardiyovasküler hastalıkların oluşmasına sebep olabilmektedir (Parker 2007). Stresle başa çıkabilmeyi öğrenmek ve stres seviyesini azaltmak için farkındalık temelli uygulamalar olan meditasyon ve yogadan yararlanılmaktadır.

 

OBEZITE YEME BAĞIMLILIĞI MIDIR?


Obez bireylerin yeme bağımlısı olabileceği ileri sürülmektedir. Obezlerde yemek yemenin bağımlılık olup olmadığı konusunda yapılan çalışmalarda, nörobiyolojik açıdan madde bağımlılığı ile ödül sisteminde ortaya çıkan durumlar ile obezlerde yemek yendiği anda ortaya çıkan durumlar benzerlik göstermektedir (Öyeçkin 2012). Yiyecekler hayatta kalmak için gereksinim duyulan, madde bağımlılığındaki gibi kötüye kullanılan maddeler olmadığı için, bu konu hala tartışılmaktadır. Obezlerde belirli yiyeceklere olan düşkünlük (özellikle yoğun şeker ve yağ içeren), doygunluk hissinden ziyade beyin ödül sisteminde yarattığı haz etkisinden ötürü ödül ihtiyacını çağrıştırmaktadır. Sıkça duyduğumuz çikolatanın mutluluk verdiğine ilişkin efsanenin bilimsel olarak açıklaması, çikolata içeriğin şeker ve yağ bulundurmaktadır. Şeker alınması beyinde serotonin nörotransmitterinin salgılanmasına sebep olurken, yağ içeriği ise dopamin nörotransmitterinin salgılamasına neden olmaktadır. Ayrıca yiyeceklere karşı oluşan beklenti ve gıdaların tadına karşı oluşturulan koşullanmalar da insanları etkilemektedir. Obezitenin sadece yeme kontrolü eksikliğinden olduğunun düşünülmesi, yasaklı, kısıtlı ve zor diyetler tedaviyi zorlaştırmaktadır.  Yeme alışkanlıklarını çevresel ve fizyolojik birçok faktör etkilemektedir. Obezitenin başarılı tedavisinde düzeltilmesi gereken ilk sorunlardan biri bozulmuş yeme davranışıdır. Bu davranışın düzenlenmesi kilo kaybıyla beraber uzun dönemde verilen kiloların korunmasını da kolaylaştırmaktadır. Kilo kaybetme döneminin uzun süreli bir dönem olduğu hakkında birey bilinçlendirilmelidir. Bu uzun dönemde gerçekçi hedeflerin konması tedaviyi ve hastanın motivasyonunu olumlu yönde etkileyecektir. Diyet tedavisi ve günlük fiziksel aktivitenin arttırılması kilo kaybını sağlamanın başka bir yoludur. Var olan beslenme alışkanlıklarının  doğru beslenme alışkanlıkları ile değiştirilmesi, beslenme eğitimi verilmesi, hastaların diyeti ‘bir süre uyulması gereken kısıtlı yiyecek listesi’ anlayışından uzaklaştırarak, istenilen kilo kaybı sağlandığında, verilen kiloların geri kazanımını engellemektedir. Obezitede %15 yağ kaybı ile ölüm riskinin azaldığı gösterilmiştir (Allison 2005). Bununla ilişkili olarak kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, hipertansiyon riski de gerilemektedir. Tedavinin istenilen kiloya ulaşıldığında bittiği düşünülse de, önemli olan yaşam boyu bireyi bulunduğu ağırlığı korumak konusunda bilinçlendirmektir.

Diyetisyen Psikolog

Dilara Aydınlı

WHATSAPP